Vatan bir milletin evidir, bayrak ise milli onurunun sembolüdür.
Türk Bayrağı, bu millet ve ecdadı için çok büyük anlamlar ifade eder;
Bayrak, Türk’ün düşmana karşı cesaretini, ateşle imtihanını, her şeye rağmen vicdanını, göğsünde taşıdığı imanını ve şehitlerin kanını ifade eder.
Türk Milletinin egemenliğini ve milli onurunu temsil eden Bayrağın önemini kavrayamamış,
Bayrağımıza yapılan hain saldırıyı yapanlara, oy kaygısı içinde itidalli olmak ve sabır göstermek gerekir mazereti ile taviz veren,
Vatanı, bayrağı ve milli onuru son plana itmeyi açılım ve sonuç almak sayan bir zihniyetin,
Bayrağın direkten indirilmesine tepkisiz kalmasına ve bayrağı indiren hainlerle değil gölgesiyle kavga etmesine şaşırmamak gerekir.
“Yıllardır Kıbrıs’a Yavru Vatan dedik ancak Anavatanız deyip Diyarbakır’da bir Yavru Vatan kadar olamadık”.!
8 Ağustos 1996 tarihindeki bir sınır gösterisinde Ülkücüler tarafından öldürülen Tasos İsaak adlı Rum gencinin olayını, 14 Ağustos 1996 tarihinde Magosa sınır kapısında protesto eden daha sonrasında Rum Kesiminden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarına geçerek sınırda asılı olan Türk Bayrağı’nı indirmeye çalışan Rum’un bu hain girişimi Türk askerinin “Dur” emrini ve göndere tırmanırken yanından geçen uyarı ateşini dinlemeyip eylemine devam etmesi ve akabinde bayrağı indirmek üzere iken boynundan vurularak öldürülmesiyle son bulmuştur. Olay kameralar tarafından saniye saniye görüntülenmiştir.
Gözünü kan bürümüş bu Rum genci bayrağa elini süremeden girişimin bedelini tüm Dünya’ya ibret olacak şekilde canı ödemiştir;
ABD Başkanı Bill Clinton’un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrooke “Bir bez parçası için bir gencin hayatını sonlandırmak doğru değil” demiş, bu sözler anında Türkiye’de ve KKTC’de büyük tepki görmüş, Türk halkı yurdun dört bir yanını bayraklarla donatmış Holbrooke şiddetle protesto edilmiştir.!
Güçlü bir devlete yakışır şekilde anında ve yerinde yapılan bir müdahale ve sonrasında kararlı duruşun ardından Yavru Vatan’da böyle bir olay bir daha cesaret bulamamıştır.
Vatan müdafaası tereddüt kaldırmaz, Kıbrıs vakası Diyarbakır’da aynen vuku bulmalıydı.
Kardak krizinde bile Dünya’yı ayağa kaldıran Türk Milleti’ne AKP iktidarından sonra bir haller oldu, adeta üzerine ölü toprağı serpildi ve milli refleksi paralizi oldu.
Neden mi? Millet olarak;
Askerimizin başına çuval geçirdiler sustuk,
Uçağımızı düşürdüler, üstü kapatıldı sustuk,
Karakollarımız basıldı sustuk,
Emniyet Müdürümüzü şehit ettiler sustuk,
Şehit tabutlarının bayrağa sarılmasını engellediler sustuk,
Şehit cenazelerine tören yasağı geldi sustuk,
Çözüm sürecindeyiz bakın kan dökülmüyor dediler, çözüm nedir sormadık,
Kanı durdurup dikkatleri buraya kilitlediler, barış geldi ve her şey normale döndü sandık, aldandık,
Meğer çözüm süreci taviz süreciymiş anlamadık,
Şimdi dağlarımızda hain paçavraları dalgalanıyor susuyoruz,
Hainler yolları kesip kimlik kontrolü yapıyor susuyoruz,
Topraklarımızda asker ve polis teşkilatı oluşturup eğitim yapıyorlar susuyoruz,
Devlet içinde devlet yapısı kurup vergi topluyorlar susuyoruz,
Sonunda bu topraklar bizim deyip şanlı bayrağımızı indirdiler, savaş sebebi olan bu olay karşısında yine susuyoruz,
Siyasetçiler bu ihanet karşısında, kanunlarımız gereği olaya tarihteki en sert tepkiyi göstermek ve saldırıya yerinde müdahale etmeyenleri en ağır şekilde cezalandırmak yerine kanuna rağmen itidal ve biraz daha sabır deyip nedense şahsi tasarrufta bulunuyorlar bunun da sebebini sormuyoruz,
Bizler Millet olarak bu ülkenin bölünmesini mi bekliyoruz?
Milli ve manevi değerleri yüksek olan bir milletin bu olanlara karşı siyaseten tepkisiz kalması %99’u Müslüman olan bir toplum yapısına da ters düşmektedir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin “ Vatan sevgisi imandan gelir” sözü bunu en iyi şekilde ifade etmektedir.
Müslüman inancında, vatanı uğruna ölen kişi şehitlik mertebesine erişir. Hem Dünya hem de Âhiret itibariyle şehit sayılan kimselere, “şehîd-i kâmil” denir. Bunlar muharebede öldürülenler ya da asiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir.
Şehit olan kişiye sebep olan kişi de dinimizce günahkârdır ve bir şekilde onunla yarenlik içinde olanlarda bu günahın içinde yer alır.
Açılım süreci adı altındaki faaliyetler de bu kapsamdadır. Binlerce şehidin kanına giren, masum bebeklerin katline sebep olan hainlerle müzakere etmek hangi inançla ve vicdanla açıklanabilir.
Peygamber efendimizin de buyurduğu gibi, vatana ve vatana ait değerlere sahip çıkmak ve yine bu değerleri yok edenler ile onlarla işbirliği içinde olanlara karşı olmakta imanın gereğidir.
İmanı ve inancı gereği vatanını sevmesi gereken gerçek bir Müslüman, şahsi ikbali ve ekonomik istikrarı uğruna bu olaylara seyirci kalıyor ve ben kendi menfaatime bakarım bana dokunmayan yılan bin yaşasın deyip haram ve ihanete göz yumuyorsa ona yazıklar olsun.
Aslında bu ülkeyi siyasi ikballeri uğruna bu hale getiren siyasilere değil, onlara her seferinde bu yetkiyi veren millete kızmamız gerekir.
Ra’d suresinin 11. Ayeti derki;
“Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe hiç kuşku yok ki Allah da o toplumda olan hali değiştirmez. Allah bir toplum için kötülük irade buyurdu mu onu geri çevirecek kuvvet yoktur.
Artık Allah’ın dışında da başka bir yöneticilerin yöneticisi (el-Vâlî) yoktur.”
Yani her toplum hak ettiğini yönetimi ve müstahakkını sonunda mutlaka buluyor.
Pek dilim varmıyor ama Bayrağımıza yapılan saldırı canımı çok acıttı ve bunu söylemeden duramayacağım;
İstiklâl Harbi’nde olanca sefaletine ve yokluğuna rağmen yüreğinde taşıdığı vatan sevgisi ve iman gücü ile yedi düvele kafa tutan millet gitmiş geriye ne yazık ki sureti kalmıştır.
Bayrak indirme olayı “Geçmişte Ateşle İmtihanını Vermiş Olan Yüce Türk Ecdadı’nın” evlatlarının günümüzde Bayrak’la imtihanı idi ancak bu kez ne yazıktır ki sınıfta kaldılar.
Milletin ve ülkenin bu hale gelmesinin asıl sebebi, Atatürk sonrası ülkeyi yönetenlerin ülke istikbalini şahsi ikballerinin önünde tutmayışlarıdır.
Atatürk’ün ölümünün hemen ardından devreye giren dış güçler zaman içinde ülkenin kilit noktası olan bankacılık sistemini, basını, siyaseti ve askeri üst kademeleri ele geçirmişlerdir. Darbe, baskı ve korku kullanılarak zaman içinde birlik, beraberlik, huzur ve istikrar ortamı tahrip edilmiş, milli ve manevi duygular ise istismara açık hale getirilmiştir.
Ülkede kısa sürede borç ekonomisi modeli kurulmuş, bu model uygun görülen bir siyasetin kontrolüne teslim edilmiş, toplum aşırı borçlandırılarak günlük yaşar hale getirilmiş ve ardından borcu veren taraf talimatı da vererek istikrar güvencesiyle toplumu yönlendirmeye başlamıştır.
Karakterinde ülke istikbali duygusu ön planda olan Türk milletinin bu milli refleksi yok edilerek bireysel menfaatle şartlanmış yönetilebilir bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Bu şekilde ülke istikbali kavramının yerini son yıllarda kullanılan ve bireysel güvenceyi ifade eden “istikrar“kavramı almıştır.
Sürekli istikrar vaat eden mevcut iktidar borç ekonomisi içinde yaşayan yeni bireysel toplum yapısının da yegâne teminatı haline gelmiştir. Son seçimlerdeki başarısının ana sebebi de budur.
Uyuşturucu tacirine bağımlı olan kişi psikolojisinde olduğu gibi şartlı refleksle kafalarda bireysel menfaatler ön plana çıkarılarak milli, manevi ve toplumsal değerler son plana itilmiştir.
Bu psikolojiye sahip olan kişiler hangi ideolojik yapıya mensup olursa olsun kısa bir sürede bağımlı çoğunluk içinde yerini almıştır ve almaya da devam etmektedirler.
Saydığımız onlarca olaya reaksiyon göstermeyen ve buna sebep olanların her şeye rağmen destekçisi olan adeta “celladına aşık olan” bu yeni model toplum yapısı ve dolayısı ile siyasilerce telaffuz edilen “Yeni Türkiye” yıllarca uygulanan bu hain planın neticesidir.
Bu toplumu gelinen son noktadan itibaren tekrar orijinal fabrika ayarlarına dönüştürmek hiçte kolay bir iş değildir;
Mevcut iktidara toplumsal bağımlılığı sürekli kılan şey istikrar vaadi ile borçların garanti altına alınmasıdır.
Bir şekilde yeni bir politik formül geliştirilerek bu bağımlılık durumu kalıcı olarak ortadan kaldırılmalıdır.
Sürekli yeni borçla borç kapatan ve faiz batağına battıkça batan halk, bu sistem değişmedikçe uyuşturucu tacirine bağımlı kişi misali felakete sürüklenmeye devam edecektir.
Bu durumdaki bir toplumun temsilcisi olan bireyin psikolojik olarak ülkenin milli onuru olan Bayrağın indirilmesini düşünecek halde olmaması da doğal bir sonuçtur.
Bu durumun ortadan kaldırılması ancak güçlü bir akademik ekip ve devleti iyi bilen iyi bir liderin varlığı ile mümkündür.
Halkın borçlarının ertelenmesi, faizlerinin silinmesi ve ödemelerin devlet teminatı altına alınarak uzun yıllara yayılması öncelikli çözümdür.
Hazine arazilerinin kullanım alanları belirlenerek devlet uhdesinden bedelsiz olarak acilen işletilmek üzere kredisi ile birlikte ödemesiz dönemi içeren çok uzun vadeli hak ediş usulü ödeme planı ile devir hakkı verilerek halka arz edilmesi gereklidir.
Yurt dışından ithali yapılan tüm ürünlerin alım garantisi ile hammaddesi ve insan gücü yerli olmak kaydı ile yurt içinde üretilmesi sağlanmalıdır.
Bu şekilde ülke üretimi artacak, maliyetler düşecek, paranın alım gücü artacak, ithalatın yerini ihracat alacaktır.
Sefaleti paylaşmaya mahkûm edilmiş ve ruh sağlığı bozulmuş toplum zenginliği paylaşacak ve kavuştuğu huzur neticesinde ruh sağlığı normale döndüğü andan itibaren ülke menfaatlerini yeniden düşünür hale gelecektir.
Bunun sonucu olarak ülkedeki suç oranı süratle düşecek ve cezaya endeksli düzen değişerek mükâfata endeksli hale gelecektir.
Çöken toplumsal milli ve manevi değerler de otomatik olarak hak ettiği seviyeye yükselecektir.
Varlık her derdin devasıdır. Ne etnik kavga, ne mezhep kavgası ne ideolojik kavga ne de çıkar kavgası kalır.
Herkes zengin ülkenin pasaportuna sahip olmak ister, bayrağına ve toprağına da sahip çıkar. Amerika buna en güzel örnektir.
Yeter ki halk bunu sağlayacak akıllı, bilgili ve cesaretli bir lider bulsun.